16 Ekim 2017 Pazartesi

Yabancı

Seni bir çocuk gibi gören ve seni yabancı sanan fakat asıl sana yabancı insanlar. Konuşabildiğin kadarını anlarlar, sustuğun kadarını eksik görürler. Yeni bir lisandaki karakterin bildiğin kelimeler etrafında şekillenir. Yeni kişiliğin, yeni ülkende daha yüzeyseldir. Söylediklerin kimseyi düşündürmez, kimseye dokunmaz en fazla tenlerine bir rüzgar gibi dokunur geçersin. Artık daha sakin, daha net ve hep olamadığın kadar iyi bir dinleyicisindir. Öyle zannederler. Konuşmak istediklerini kelimelere dökemediğinde dinlersin ve daha çok dinlersin.

Birisi sana yabancı olana sorar: ‘Nasıl bilirdiniz?’ iyi bilirdik diye cevaplarlar. İyi, sakin ve zararsız biridir. Sormasa aklına bile gelmeyecekti artık yeni şehrinde kaçıp geldiğin yerde olamadığın kadar pasifize olmuşsundur.  Kendi ülkende hep olmak istediklerini başkasının ülkesinde mecburen olmuşsundur. Herkes yüzüne bakar, kimse ruhunu görmez. Ruhundaki benliğini tanımlayan kelimelerini kaybetmişsindir. Dilinin ucunda bile değil, kelimelerin hepsi terk ettiğin evinde kalmıştır. Dilediğince yalan söyleyebilirsin. Kimse bir açığını yakalayamaz. Vücut dilinin bile farklı olduğu yeni evinde hayır diye baş sallayışını evet olarak anlarlar. Gözlerindeki durgunluğu huzur, gözlerindeki kıvılcımları öfke sanırlar. İçinde birikenleri bakışlarında anlamlandıramazlar. Gözlerine öyle rahat görünürsün ki hiç bilmezler. Arada bir gözüne bakıp ruhunu görecekler çıkacaktır, hemen uzaklaş. Ya anlarsa? Ya sakladıklarını bir çırpıda herkese açıklarsa? İşte bu anlarda daha güçlü olmalısın.  Hemen içinde cesaret, doğruluk ve derin yüzeysel hisler içeren mavi elbiseni üzerine giymelisin. Korkmuyorum dercesine gözlerinin içine bakmalısın.

“Senden hiçbir şey saklamıyorum ve gerçekten anlattığım kadarıyım.
Fazlası yok, arama gözlerimde. Ruhuma süzülme.”

Anlayamayacağın kadar iyi yalanlar söyleyeceğim sana, içerisine birkaç acıklı hikâye bile ekleyeceğim ki beni kolayca yargıla ve ruhumdaki yaralara erişmiş gibi bir zafer hisset. Seni kendime yaklaştırmayacağım ki bana yabancı olarak kalmaya devam et. Az bir kısmını bile anlasan ve görmeye başlasan tüm yaşanmışlıklarımı senin önüne dökmeye hiç sabrım yok. Yorgunum, her şeyi en başından yaşayamayacak ve kimseye hislerimi aktaramayacak kadar yorgunum. Belki de korkağın tekiyim. Anlattığım kadarını dinleyip inanmazsın ve sorular sorup benliğimden sildiklerimle yüzleştirirsin diye korkuyorum. Lütfen yalanlarıma ve arındırılmış küçük hikayeme inan.

Küçük ve mutlu bir ailede büyüdüm. Karşılaştığım tüm hayal kırıklıklarım sadece aptal olduklarını sonradan anladığım hayatıma dönemsel girip çıkan kişiler yüzündendi. Olsun. Hayatımdaki küçük hikayeleri, hayatıma giren insanları öğrenmene izin vereceğim. Sana komik ve acıklı deneyimlerimi aktaracağım. Sende öğreneceksin. Arada bir senin anlattıklarını da dinleyeceğim. Herkesin başına gelen şeyler olduğunu görüp beni kendinden ayırmayacaksın. Yaşadıklarımı bilecek, yaşayamadıklarımı hiç bilemeyeceksin. Benim yaşamadığım ama gördüklerimi de bilemeyeceksin. Yaşanmamış, isimlendirilmemiş hislerimi nasıl sana aktarabilirim ki? Sevgili arkadaşım bu hislerimi sana istesem de inan çok istesem de aktaramam. Öncelikle şunu benimle ilgili asla bilmemelisin. Konuşmaktan çok ürkerim, ürkmeyenlerin benim söylemek istediklerimi söyleyenlerin cezalandırıldığını öyle çok gördüm ki ben de korktum. Konuşmayı seçmek yerine kaçmayı seçtim. O yüzden buradayım, uzaktayım ve kendime ettiğim ihanetle kendimi kaybettim. Bilseniz siz de beni konuşmadığım için cezalandıracaksınız, hissediyorum. İşte bu yüzden sen beni cezalandırma, ben yeterince kendime ihanetimle yüzleşiyorum.

Sen hiç karşılıksız aşık oldun mu yabancı?
 

Ben çok aşıktım, kim bilir belki de hala çok aşığım. Asla ondan hiçbir beklentim yok desem dahi umutlarım içime çörekleniyor ve beni tekrar o hayallerin pençesine düşürüyor. Onunla yaşadığım her an öyle değerliymiş ki meğer şimdi anlıyorum. Kendime sormadan da edemiyorum peki o memnun muydu benden? Bir gün olsun ona olan bu aşkımı anladığını hiç sanmıyorum. Gittiğimde de aşkımdan olduğunu anlamamıştır. Gittim evet. İstediğim gibi olmadığı için kaçtım. Olduramadığım için kaçtım. Yeterince ben çabalamadım, ama başkalarının da onun için çabaladığını gördüm. Benden daha da çok çabaladıklarını gördüm, hiç değişmedi. Aynı inkar, aynı gözü kapalılıkla bizim onu yeterince sevmediğimizi söyledi. Ben söyleyemedim, ne çok sevdiğimi haykıramadım. Eski masallar duyarsın ve sen hala inanıyorsundur, sonra bir an gelir ve biter. Bitti sandım. Bitmemiş hala içimi yakıyor. Umutlarım bulutlar gibi üzerimde, ne kadar uzağa gitsem de peşimden süzülerek beni takip ettiler. Yine üzerimde o bulutlar dönüyor. Peki, ne zaman bulutlar kaybolup yerini güneş ile masmavi gökyüzüne bırakacak? Cevabını ben de bilmiyorum.

Beni boş ver yabancı sen ne kadar da güzelsin öyle, gözlerinin arkasında söylediklerinden fazlası yok. O kadar simetrik bir güzelliğin var ki, dilindeki kelimelerle hiç çelişmiyorsun. Beni en tepemden parmak uçlarıma kadar sarsıyorsun, bıraktığında dahi olduğum yerde başım dönmeye devam ediyor. Sende kendi olamadıklarımı gördükçe, hayıflanıyorum.  Bir yandan da her anını zihnime kaydediyorum. Meğer masallar gerçek olsa ne de güzel olurmuşuz eğer sen içinde yaşadığın masalın farkında değilken böylesine mutluysan ben bu susuzlukla rüyama kavuşmuş olsaydım yaşayabilir miydim? Senin kadar har savurup harman savurmazdım. Günlerimi hiç de sıradanmış gibi ardı ardına sıralamazdım. Olsun yine de iyi ki varsın, iyi ki bir yerlerde gerçek olabileceğini bana gösterdin.


İyi ki varsın yabancı


21 Mayıs 2014 Çarşamba

Sevgili AKP'ye oy vermiş arkadaşım

Sevgili Ak Parti'ye oy vermiş arkadaşım,

Yarın bir gün ucu bize kadar dokunduğunda beni, ailemi haksız yere cezalandırmaya çalışırlarsa arkamızda durursun diye düşünüyorum. Çünkü iyi niyetine güveniyorum. Sen dış güçler değilsin, içimizdeki güçsün. Arkadaşlık, sevgi, komşuluk hatta uzaktan tanıdıklık bunu gerektirir. Yok yahu diyeceksin o öyle şeyler yapmaz. Siz de iyice kafayı yediniz. Diyeceksin biliyorum. 

Uzaktan hoş görünmesine rağmen öyle uçuk şeyler oluyor ki sen de pes edeceksin. Yuh diyeceksin. Sokakta yüzüne karşı demeyeceksin, tokat yemeyeceksin belki ama içinden illa ki bu geçecek biliyorum. 

Geçen gün biri yazmıştı ki "ananı da al git" demesine şaşırırken halkı tokatlamasına şaşırmaz olduk. Aman hissizleşme arkadaşım. Her yaptıklarının hakkı olduğunu düşünme. Devlet her şeyden üstündür derken, devletin insanlardan oluştuğunu unutsalar da sen unutma. Senden benden hiç bir farkları veya üstünlükleri yok. Onlar var derler, Allah'ın yer yüzündeki gölgesi sanarlar kendilerini ama sen inanma. 

Benim burada hiç bir şeyi karikatürize etmeme gerek yok, çünkü işler ciddiyetten iyice uzaklaştı. Senin dedikleri ile yaptıklarını karşılaştırman dışında hiç bir şeye ihtiyacımız yok. 

Geçen gün yurtdışında Fas'lı biriyle konuşurken dış güçlerle nelerin kastedildiğini anladım. 

Türkiye'de artık azınlıklar daha mutlu değil mi? dedi.

Azınlıklara sorarsanız cevabı hayır dedim. İnsan hakları, ifade özgürlüğü konusunda dünya sıralamalarında hep sonda olduğumuzu söyledim.

E peki o önemli değil asıl ekonomi gelişti, Türkiye büyüyor değil mi? dedi.

Bunun normal olduğunu hatta gelişmekte olan bir ülkeye göre büyüme oranımızın az olduğunu ve sadece tüketime dayalı olduğunu artık yeterli üretim olmadığını anlattım. 

Paralel devlet? dedi.

..... 

Dış güçler kim artık biliyorum, her yerde bu ezbere söylemler dağıtıldıkça dağıtılıyor. Biz ezildikçe eziliyoruz ve kimse görmüyor. Ama sen göreceksin, biliyorum.


29 Ocak 2014 Çarşamba

Salak mısın kızım sen vol 3

Hayatta henüz hiç bir şeyinizi çaldırmadıysanız bir deneyin. Çok garip bir his kendinizi böyle gerizekalılık sınırında hissediyorsunuz şimdi buradaydı ya lan diye sağa sola bakınıyorsunuz. 

Sonra bulamayınca bir "Allah Allah" deme seansları başlıyor. Sonra bir retro-gün taraması yapıyorsunuz. Eveet önce Ayşelerdeydim hıhım sonra bir tuvalete gideyim dedim gittim, sonra çıkınca bir mutfağa uğradım çaktırmadan tencereye bir kaşık attım. Ay Ayşeye sorsam mı acaba orda kaldı mı diye iyi de demez mi ulan senin ne işin vardı mutfakta yine gırlağını tutamadın dimi diye. Ay yok yok o hiç çekilmez şimdi. 

AY BEN SONRA NE YAPTIM??? HAFIZAMI DA MI KAYBETTİM ACABA?


Senin olan bir şey, bir bakıyorsun yok. Birisi gelmiş almış gitmiş. İnsan kendini bomboş hissediyor. Değersiz bir şey de olsa kandırılma hissi inanılmaz baskın hissediliyor. Böyle hayatım monoton azcık renk katayım diye düşünüyorsanız bir deneyin. (ölmeden yapılması gereken şeyler vol 2520908: kendini aptal yerine koydurmak)

Sen de amma salakmışsın kızım başka işin gücün, yazcak konu mu yok falan diyorsanız eğer HOOOP. Orada bir duracaksın arkadaş. Bu konu hakkında biri bir şeyler söyleyecekse eğer O BENİM.

Kankitemla mesajlaşıyorum telefonda ben 5 dk falan cevap vermedim, sonra ankesörlü telefondan arayıp telefonumu çaldırdım dedim. İnanamadı tabi. Kızım son mesaj 5 dakika önce falan dedi ama ben minibüsten inerken cebimden almışlar. 


DERS 1: Neymiş öyle halka açık alanda milletin gözüne gözüne sokmuyormuşuz telefonları dimi?

Bir de hep merak etmişimdir o telefon çalınınca içindeki özel mesajlar, fotoğraflar noluyor. Hırsız efendi açıp okuyup ahahaha salağa bak diye gülüyor mudur acaba? Valla kalkmışsın hırsız olmuşsun yapmışsın bir eşeklik bari hayatına renk kat dimi? Ben olsam yapardım. Hırsızlık yapmam. Ama hırsızlık yapsam telefonu bir karıştırırdım. Hem hırsızlık yapmış "aaa özel hayata saygı" diye bir tutumda olmaz heralde dallama. 

DERS 2: Telefonun çalınınca gidip eş dosttan ödünç telefon alma. Git parasıyla bir telefon al ya da paran olana kadar alma ölmezsin.

Neden? Arkadaşlık öldü mü canım diye lafını sözünü yapabilirsiniz. Yap aşkısı dinleme sen beni. Ama sonra benim gibi gidip ödünç aldığın telefonu da çaldırırsan gidip iki telefon almak zorunda kalırsın. 

Ya tabi sen bunu düşünemedin dimi? Her şey olabilir. Bana oldu bebeğim size niye olmasın dünya üzerindeki tek keko ben olamam herhalde. Bir ayda iki kere hırsız seni bulabilir.

Hatta belki o dallama seni takip ediyordur, kim bilir?

Zaman kötü gerisini siz biliyorsunuz zaten.


15 Ocak 2014 Çarşamba

Uyan Berkin


“Vakitli uyu, vakitli uyan annecim.

Yoksa uyandığında pişman olursun.

Yine bir akşamın sonunda annesinin söyledikleri yankılandı kafasında, keşke vakitli uyusaydım. 

Bir günü kaçırdım.”


Vakitsiz uyuyup bir günü kaçırmak bir şey değildir. Belki de can sıkıcı bir olaydan kaçınmış olurdun o gün, paçayı ucu ucuna kurtarmak gibi bir şey olurdu. Oh iyi ki bu gün okula gitmemişim. Ne kadar da sıkıcı bir günmüş.

Fakat bir çocuk öyle vakitsiz uyudu ki, uyandığında belki de yılları kaçıracak.

Düşünmesi bile insanı ürpertiyor. Hatta belki düşünemezsin bile filmlerde görüp “hadi lan oradan o kadar da olmaz” dediğin bir andır bu çünkü sıradan insanların başına gelmez.

İyi insanların başına kötü şeyler gelir mi?

Hele ki çocuklar hak eder mi kötü şeyleri?

Etmezler, ama yine de olaylar iyi kötü ayırmadan en savunmasız anında seni kafandan vurur!

Olduğun yerde, o anda donar kalırsın.

Ne ileri, ne geri gidemezsin.

Düşünsene ekmek almaya gitmişsin, annen ise seni bekliyor. Ekmeği alıp bir an önce gelse oyalanmasa şu çocuk geceden beridir midem kazınıyor zaten diye belki kendi kendine söyleniyor. 

Sen ise sabah mahmurluğuyla belki erkenden ekmek almaya çıkmış olmana kızıyorsun.  Senin o an aklından geçen tek şey, erken uyanmış olmak ve kendi üşengeçliğinle savaşmak.

Tam da o anın binde birlik kısmında, beklenmeyen bir anda zalimin biri kendisinden başka kimseyi düşünmeden nefretini etrafa saçarken sen çıkıyorsun karşısına.

Öyle bir nefret ki bu, en hak etmeyeni buluyor. Öyle ya kızgınlık değil bu hırsla karışık bir nefret önüne çıkan kim, ne, nerede, nasıl diye soru sormadan önüne geleni ezip geçiyor.

Senin günlük telaşların o anda anlamsızlaşıyor ve seni o anda donduruyor.

Senin aylarını elinden alıyorlar, belki yıllarını alacaklar.

Belki yarın, belki aylar sonra, belki yıllar sonra uyanacaksın.

Bedenin belki adam olacak, şöyle heybetinle baktığında kızları sen donduracaksın. 
Onlar gibi değil. Nefretle değil, aşkla.

Ama sen uyandığında ne kadar zaman geçmiş olursa olsun, donduğun yerden devam edeceksin.

Çocuk kalacaksın ve belki çocuk masumiyetinle onları affedeceksin.

Düşünsene oyunlar oynamak isteyeceksin, ama heybenin altında o çocuksu oyunlar sırıtacak.

Seni çocuk olmadan, adam olmak zorunda bırakacaklar.

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Sizi vuran eller kırılsın

Nedendir bilinmez sık sık kendimi ölümle ilgili olaylara hüzünlenirken buluyorum. Tek bildiğim bir şey var kendi ölümümden kesinlikle korkmuyorum. Sadece ölüm çok acımasız geliyor. Rasyonalist bir insan olduğumu sanarak her zaman nedensellikten, haliyle bir problem olduğunda çözümden yanayım. Ama konu ölüm olduğunda üretecek bir çözüm olmuyor. Kaskatı bir gerçek öyle buz gibi duruyor. Hem insan öyle bencil bir varlık ki herkesin ölümüne üzülmüyor. Herkesin ölümüne üzülebilseydik zaten yaşam yaşanılabilir olmazdı. Yaşam ne kadar gerçekse ölümde bir o kadar gerçek. Başladığı gibi tükeniyor.

Ölümün canımızı yaktığı anlar genellikle eğer yakından tanıdığımız biri, ailemiz ya da arkadaşımızsa başımıza gelir. Bu gün ölüm üzüntüsüne yeni bir bakış kazandım.Aynı ideolojide, aynı değerlere sahip olduğunuzu hissettiğiniz insanların ölümü de bizi çok yakın bir arkadaşımızmış gibi üzüyor. Bunu farketmem baya uzun zaman aldı. Geçmişten kareler gözümün önüne geldi. Bir gün televizyonda haberlerde biri ölmüştü; muhtemelen trafik kazasıydı. Babaannem yüzünü görünce "bu bizim oralılara benziyor" diye üzülünce ne farkeder ki insan işte demiştim. Fark ediyormuş.

Abdullah Cömert
Ethem Sarısülük
Medeni Yıldırım
Ali İsmail Korkmaz

Bu gün televizyonda annelerinizi gördüm.

Hep birlikte seni vuran eller kırılsın oğul türküsünü söyleyerek ağlıyorlardı.

Ben de ağladım, daha çok ağladım.


5 Temmuz 2013 Cuma

Bilgi Üniversiteli Olmak

Ben yarın mezun oluyorum da şimdi bunları yazmasam ölürdüm.

İlk yılımda Türkiye'nin en pahalı üniversitelerinden birinde Sosyalist Düşünce Kulübünden arkadaşlarımızı okulun her yerine "paralı eğitime hayır" pankartları astıklarını gördüğümde hey yo dostum burası beklediğimden garip demiştim.

Onlar yaz-kış demeden parka mont ve kazak giydiler, duruşlarını hiç kaybetmediler.

Bilgili olmak budur.

Okulumuzda bir porno tez yapıldı; bununla ilgili bir skandal patladı. Bilmeyenlere hatırlatma.
Görsel sanatlardan bir öğrenci tez konusu olarak okulun stüdyosunda porno çekti.

Bilgi Üniversitesi öğrencilerine sübliminal bir mesaj vermiş olabilir zaten okulumuzun kantininde prezervatif otomatı vardı.

Sonra kaldırıldı sanırsam öğrenciler çok yanlış anlamış.

Bilgili olmak budur.

IMF başkanı, Obama, Bill Clinton okulumuza geldi.

IMF başkanı kafasına nike ayakkabı yedi. Dediğim gibi biz tepki gösteririz. Bir daha gelirse topuklu ayakkabılarımızı, gerekirse prada çantalarımızı kafasına atarız!

Sendikalı işçiler, hocalarımız işten çıkarılırken öğrenciler olarak onlarla birlikte tepki veririz.

Bilgili olmak budur.

Kürtçe dersleri verilir, Kürtçe Shakespeare oyunları sergilenir.

Bilgili olmak budur.

Santralistanbul kampüsümüz ödüllü olmasının dışında, ders sonraları içinde bulunan restoranlarda şarabımızı yudumluyorduk ki yapılan bir festivalle okulumuza tepki çekildi "BİRA FESTİVALİNE HAYIR" kampanyasıyla okulumuz içindeki alkol satışı olan yerlerin ruhsatları iptal edildi.

Biz de şansımıza küstük napalım bazen;

Bilgili olmak budur.

Okulun içinde herkes herkesi tanır. Ama herkes herkesi tanımamazlıktan gelir.
En uzman olduğumuz konu tanıdığımız birini görünce, görmemiş gibi yapmak ya da naber sorusuna iyi sen? derken yürümeye devam etmektir.

Bilgili olmak budur.

Ama Bilgi'de salak, tikky tipler okumaz. Zenginlik çoğu zaman olsa da her zaman salaklığa sebebiyet vermez. İçimizde öyleler nadiren olsa da çoğunluk kültürlü züppelerden oluşur. Bu bazen daha sinir bozucu olabilir.

Bilgili olmak budur.

Her ne kadar böyle konuşursam konuşayım okulumu severim, arkadaşlarımı severim, en çok hocalarımı severim.

Bilgili olmak budur.








30 Mayıs 2013 Perşembe

Polisleri neden sevmiyorum?

Şimdi böyle bir başlık olunca bizi terörist falan bellemeyin. Aktivist bile değildik.

8-10 sene önce ben daha cücük bir çocuğum. Bayram arefesi babamın amcalarını Yalovaya ziyarete gidiyoruz. İstanbuldan arabalı hızlı feribota bindik. Baya kalabalığız.

Babaannem, kuzenlerim, amcam, halam falan ailecek yoldayız.

Hızlı feribotlar o zaman yeni daha ilk senesi falandı. İçinde çocuk parkı falan bile var. Halam ve eniştem ufak çocukların başında parkta bekliyorlar. Bizim de kuzenimizle tuvaletimiz gelince babam bizi tuvalete götürdü.

Babaannem bizim 8-10 kişilik boş koltuklarımızda tek başına oturuyor. Herkes bir yerlerde olunca orda eşyalarımız, haliyle ıvır zıvırlarımız var.

Biz tuvaletten dönüyoruz yaklaşırken babaannemin bir adamla tartıştığını gördük.

Babamın bir elinden ben, diğer elinden benden bir yaş küçük kuzenim tutuyor.

Babam sadece "Ne oldu anne?" dedi.

Bu kadar. Devamında bizim bir şey yapmamıza gerek kalmadan bir hengame koptu.

Hemen babaannemin yanında iki adam eşleriyle oturuyormuş. Bunlar olayı başındann beri gördükleri için adama zaten uyuz olmuşlar. Patlayacak yer arıyorlarmış. Babamın üniversiteden arkadaşlarıymış. Babamı birden görünce o da "Ne oldu anne? der demez "vay bu Oktay'ın annesiymiş" diye adamın üzerine atladılar.

Biz tartışma ne falan bilmiyoruz daha ama birden tekme tokat bir kavga çıktı. Adam aradan kafası her çıktığında "siz benim kim olduğumu biliyor musunuz lan" diyor, der demez bir yumruk daha yiyor.

Adam baya pataklandı. Sonra ortalık yatıştı. Adam cam kenarında sürekli bir yerleri arıyor. Biz şüphelendik ama olan oldu artık.

Sonra olay öğrendik ki şöyle gelişmiş.

Adam geliyor bizim koltukları boş görünce oturmak istiyor. Babaannemde burası bizim yerimiz diyor.
Adam biletleri göster diye ısrar edince; babaannem de ben de değil oğlumda biletler şimdi gelirler diyor adam sürekli sen benim kim olduğumu biliyor musun vıdı vıdı edince kimsen kimsin diye atarlanıyor babaannem.

Sonra babaannem bir bakıyor eşi hamile; eşiniz hamileymiş buyrun otursun diyor.
Adam sen kimsin bana acıyorsun diye iyice hadsizleşiyor.

Biz de tam o sırada gelince olay patlıyor.

Meğer adam Yalova bölgesinde baş komisermiş.

Kıyıya yaklaştık eniştem arabayı almaya gitti. Biz de babamla birlikte çıkıyoruz. Bir baktık her yer polis kaynıyor. 3-4 minibüs, 2-3 polis arabası artık adam nasıl abarttıysa ordu toplamış. Biz toplasan 9 kişiyiz dördü çocuk, üçü kadın.

Polis babama yaklaştı; sizi karakola kadar alacağız diyince ben ağlamaya başladım. Babam da sinirlendi çocukları eve bırakayım şu adrese gideceğim ben karakola gelirim dedi. Adamlar yok mok derken babamla tartışıyorlar.

O kavgayı çıkaran babamın arkadaşları feribottan çıkıp polislerle babamı görünce bir patinaj çekip arabadan atladılar.

Bu sefer biz ne olduğunu anlamadan polislere saldırdılar!

Tekrar inanılmaz bir kargaşa başladı. Babamı minibüse sokuyorlar arkadaşları babamı çıkarıyorlar; bu sefer arkadaşını arabaya sokuyorlar. Onu babaannem çıkarıyor, babaannemi sokuyorlar.

30- 45 dakika bu böyle sürdü gitti.

Biz üç kuzen gerizekalı gibi deniz kenarında el ele tutuşmuş ağlıyoruz.

Babam bir an bizi görüyor; gözü dönüyor.

Komisere diyor ki "tamam gel özür dileyeceğim"

Ama deniz kenarında babam sonradan anlatınca diyor ki kafaya koydum adam gelecek yakalayıp geminin pervanesine atacağım, öyle gözüm döndü.

Adam son anda anlayıp kaçmaya başlıyor.

Kargaşa falan derken polislerle konuşuluyor, ne olup bittiği anlatılınca adamlar bizden özür dilediler.
Baya terör örgütü muamelesi gördük biz orda, çoluk çocuk rezil olduk.

Babamın arkadaşının üzerinde beyaz boğazlı bir kazak vardı, en son kazağın sadece boğazı kalmıştı.

Neyse kalktık gittik ziyaretlerimizi yaptık, bir gün sonra döneceğiz.
Biletlerimiz falan da alınmış önceden.

Ben diyorum yok illa ben hızlı feribotla gitmem; bir daha binmem ona.

Beni kandırdılar kalktık gittik.

Tam hızlı feribota bineceğiz; aynı feribota denk gelmişiz. Mürettebat görünce bizim arabayı tanıdılar biz binerken bütün çalışanlar bizi alkışlıyordu ahah bu da böyle saçma salak bir anımdır.

O gün bu gündür polisleri sevmem.

Hiç bir zaman da seveceğimi zannetmiyorum.